Şeker Portakalı

Jose Mauro de Vasconcelos (d. 26 Şubat 1920 Rio de Janeiro, Brezilya- ö. 24 Temmuz 1984) Brezilyalı yazar.
Vasconcelos, 26 Şubat 1920 de Rio de Janeiro yakınlarındaki Bangu kasabasında doğdu. Yarı Kızılderili yarı Portekizli, yoksul bir ailede doğan Vasconcelos iki ayrı kültürün de izlerini taşıdı. Oldukça yoksul olan ailesi, O'nu öğrenimini devam ettirmesi amacıyla Natal kasabasındaki amcasının yanına gönderdi. Orada 9 yaşındayken Potengi Irmağı’nda yüzmeyi öğrendi ve ilerde bir gün yüzme şampiyonu olmanın hayallerini kurdu. Liseyi Natal’da bitirdikten sonra 2 yıl tıp öğrenimi gördüyse de öğrenimini yarıda bırakıp yeni hayaller peşinde Rio de Janeiro’ya gitti. Orada ilk işi boks antrenörlüğü oldu. Tarım işçiliğinin yanı sıra garsonluk ve balıkçılık da yapan yazar, yaşamı boyunca çeşitli işlerde çalıştı. Bu durum, O'na yazdığı roman ve hikâyeler için önemli kaynak sağlamıştır. Değişik ortamlarda, değişik koşullarda farklı insanlar tanıdı. İyi bir gözlemci ve usta olan bu yazarın elinde bütün bu yaşamlardan pek çok roman çıktı ortaya. Bunlar yazarın çok yönlü kişiliğinin ve içinde bulunduğu arayışın bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Genellikle romanlarında, roman karakterlerinin yaşamlarında ki zorlu yaşam koşullarını, yoksulluğu ve şiddeti tüm çıplaklığıyla anlatır; ama özellikle Şeker Portakalı ile onun devamı olan Güneşi Uyandıralım ve Delifişek gibi bazı romanları tüm bunlarla birlikte duygusallık ve iyimserlikte içermektedir. Brezilya'nın ormanlarında ya da step bölgesi sertaolarda yaşayan insanların, elmas avcısı garimpeiroların, yerlilerin, denizcilerin, değişik insanların yaşamlarından kesitleri ve ruh hallerini anlatır.
José Mauro de Vasconcelos’un yazdığı ilk eseri Yaban Muzu (1942)'dur. Beyaz Toprak (1945) isimli eseri en çok beğenilen eserleri arasındadır. Kayığım Rosinha (1961) ile ününün doruğuna çıkan yazarı dünya çapında tanıtan eseri Zéze'nin maceralarını anlatan üçleme romanın ilk kitabı olan Şeker Portakalı olmuştur. Bu romanı 12 günde yazdığını belirten yazar, eserine duyduğu sevgiyi “Ama onu 20 yıldan fazla taşıdım yüreğimde” sözüyle özetlemiştir. Eserin özgün adı O Meu Pé de Laranja Lima’dır (1968). 24 Temmuz 1984'te hayatını kaybetmiştir. (Vikipedi)
“Uyuyalım. İnsan uyudu mu her şeyi unutur.”
ŞEKER PORTAKALI



Şeker Portakalı beş yaşındaki Zeze isimli bir çocuğun  acı hikayesini anlatıyor. Çok fakir bir ailenin çocuklarından biridir. Beş yaşında olmasına rağmen hayal gücü ve zekası  çok gelişmiş bir çocuktur. Mahalleye  göre de  fazlaca yaramaz olduğundan, mahallede şeytan olarak anılmaktadır.
”Tahtadan başı ve dizginleri olan bir at istiyorum.  Üzerine binilir  ve dört nala !..  çok çalışmam gerek, çünkü ileride filmlerde oynamak istiyorum.” der  Zeze  Edmundo Dayı’ya.

“İşte küçük atın.  Şimdi görelim bakalım.”  dedi Edmundo Dayı.  Zeze  bir çırpıda gazetedeki ilaç reklamındaki cümleyi okuyuverdi.

“Çok yükseleceksin yumurcak. Adını Jose olması boşuna değil. Sen bir güneş olacaksın ve  yıldızlar çevrende  parlayacak.” diyerek Edmundo dayısı Zeze’nin  ufkunu  genişletmesini sağladı.

Fakirlikten dolayı taşınmak zorunda kaldıklarından Zeze evcil yarasası Luciano’nun  yeni evi  bulamayacağından endişe eder. Yeni evin ön ve arka  bahçesinde Hint kirazı ağaçları vardır. Tüm kardeşleri birer ağaç seçerler, Zeze ise geç kalmıştır. Zeze’ye  ırmağın kıyısında  küçük bir şeker portakalı fidanı kalır.

Gloria, Zeze’ye “Ah ! Ne güzel bir şeker portakalı fidanı!”  diye bağırdı. “Bak, bir tane bile dikeni  yok. Hem de öyle kişilik sahibi ki, uzaktan bile şeker portakalı fidanı olduğu anlaşılıyor. Senin boyunda olsam başka şey istemezdim.” dedi.

Zeze “ ama ben büyük bir ağaç istiyorum.”.
“Düşün, Zeze!  Daha çok genç. Seninle birlikte büyüyecek. Günün birinde büyük bir portakal ağacı olacak. İkiniz, iki kardeş gibi birbirinizi anlayacaksınız. Şu dalı gördün mü?  Fidanın tek dalı olduğu gerçek, ama sanki sırtına binmen için  yapılmış  küçük bir at.”

 Yoksulluğun cılız  parmakları;  Zeze o sabah erkenden kalktı. Totoca’nın boya sandığını kaparak saatlerce “Açlık ve Yoksulluk Bakkaliyesi”nin önünde durdu. Zeze o gün bin reis sahibi olmuştu.  200 reis de Serginio zorla ödünç vermişti. Vakit de akşamı bulmuştu. Koşa koşa bakkala diye gidip, en iyisinden iki paket sigara aldı. Babasına götürdü.  Babası ona kollarını açtı ve ona sımsıkı sarıldı.
“ Babama, sakallarla kaplı yüzüne, gözlerine baktım. “Baba… baba…” diyebildim yalnızca.
Ve hıçkırıklar sesimi bastırdı.
Kuş, okul ve çiçek, yeni ev, yeni bir hayat ve basit umutlar. Zeze’nin okumayı daha küçükken öğrenmesi ailesinde herkesi şaşırtmıştı. Zaten ilk başta herkes, onun duyduklarını ezberlediğini sanıyordu. Okuyabildiği için, biraz da onun yaramazlıklarından kurtulmak için onu okula yazdırdılar. Zeze okulda bambaşka bir çocuktu. Öğretmenini çok seviyordu. Diğer öğretmenlerin masalarındaki vazoda hergün çiçeklerin olmasından etkilenmişti. Çünkü; kendi öğretmeninin vazosu hep boştu. Bu sebeple bir evin bahçesinden çiçek çalmaya başladı ve yakalandı. Öğretmeni ise Zeze’ye bunu bir daha yapmaması gerektiğini, vazoya her baktığında yeryüzünün en güzel çiçeğini vazoda göreceğini söyledi. Öğretmeni Zeze’nin farklı bir çocuk olduğunu keşfetmişti.
Şimdi gülüyordu. Elimi bıraktı ve tatlılıkla, “Artık gidebilirsin altın yürekli çocuk,” dedi öğretmeni.

Zeze’nin hayal gücü yanlızlığından dolayı gelişmişti. Evde onu anlayan pek kimse yoktu. Edmundo dayısı hariç.
İçinden şarkı söylemeyi çok seven Zeze, sokak şarkıcısı Bay Arivaldo ile tanıştı. Biraz para karşılığında Bay Arivaldo’nun yanında şarkı söylemeye başladı. Salı günleri okulu kırıp sokak şarkıcılığı yapmaya başladı. Fakat adam açık saçık şarkılar söylediği için babası onunla arkadaşlık etmesini istemedi. Zeze ise bunu anlayamadı. Çünkü söylediği şarkıların anlamını bilmiyordu. Birgün sırf babasını mutlu etmek için babasına bu şarkılardan birini söyledi ve hayatının en kötü dayağını yedi.

Babasında yediği bu dayaktan sonra Zeze ölmeyi istedi. Fakat Portekizli’nin Zeze’nin hayatına girmesi ile bu düşünceden uzaklaştı. Artık hayatında sevdiği tek kişi Portekizli idi. Zeze’ye evde atılan dayaklar devam ediyordu. Zeze dışarı çıkamaz hale geldi. Birgün kötü haber geldi. Portekizli arabanın içinde iken tren arabasına çarpmış. Araba paramparça olmuş ve Portekizli ölmüştür. Hayatındaki en sevdiği kişiyi kaybetmek Zeze’yi çok üzdü. Tam o sırada da şeker portakalının yol yapımı için kesileceği söylentileri de çıktı. Bu duruma onun çok üzüleceğini düşünerek tüm mahalleli Zeze’yi ziyarete geldi. Ama artık Zeze eski Zeze değildi.
Yaşadığı bu büyük acı Zeze’yi olmasında gerektiğinden önce olgunlaştırdı.
Okuyanlara notum;
Şeker Portakalı, fakirliği, açlığı ve çaresizliği, aynı zamanda kendinden daha kötü durumda olanlarla da elindekini paylaşabilmeyi, zeki bir çocuğun bakış açısı ile anlatıyor. Çocukların ince ruhlarının, saf düşüncelerinin, temiz kalplerinin muhteşemliğinden bahsediyor. Sadece büyükleri tarafında dinlenilmek istediklerini, güvende olmak istediklerini ve ne olursa olsun sevilmek istediklerini anlatmaya çalışan bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Hepinize keyifli okumalar diliyorum.


Comments

Popular posts from this blog

Çöp Plaza

Garajdaki Giz - David Almond